...WELCOME TO THE PAGE'S OF PEKŞEN ALİ...

29 Nisan 2010 Perşembe

GUMUSUN FAYDALARI

Gümüşün sağlığa olan faydaları Juli Sezar zamanından beri biliniyor.





Romalılar küçük gümüş parçacıklarını yanıkları,kesikleri ve yaraları tedavi etmek için kullanırlardı.





Grekler su ve şarap kaplarını bakterilerden temizlemek için gümüşü kullanırlardı.





14.yüzyılda Avrupanın merkezinde nüfusun % 25 i vebadan ölmüştü,sadece çingeneler bu felaketten etkilenmemişlerdi.



Çingenelerin tedavi amacıyla gümüşü küçük partiküllere ayırıp açık bir damardan vücuda verdikleri biliniyordu.



Partiküller kan dolaşımı sayesinde bütün vücuda yayılıp bakteri ve virüsleri yok ediyordu.Bu partiküllerin gereğinden fazla olması nedeniyle çingenelerin çoğu argyria hastası olmuşlardı.



Argyria vücuda aşırı miktarda gümüş alınması sonucu ciltte mavi-gri bir renklenmenin oluşmasıdır.Daha çok,uzun yıllar gümüş fabrikalarında çalışan insanlarda görülür.



Doktorlar gümüşün faydalarını biliyorlar ve hastalarına eğer sağlıklı olmak istiyorlarsa gümüş tabaklarda ve gümüş çatal bıçak kaşık kullanarak yemek yemelerini tavsiye ediyorlardı.



İnsanlar bebeklerine emmeleri için gümüş kaşık vermeye başladı.Ağzında gümüş kaşıkla doğmak deyimi burdan gelmiştir, çünki bunu o zamanlarda zengin aileler yapabiliyordu.Ve zengin çocuğu olmak yani doğuştan kısmetli olmak manasına kullanılan bu deyim burdan türemiştir.





Dr Henry Crookes,1900 lerin başında gümüşü pek çok hastalığın tedavisinde kullanmıştır.



Bilimsel çalışmaları sonucu bilinen hiç bir mikrobun kolloid gümüşe 6 dakkadan fazla dayanamayacağını söylemiştir.





Dr J.Mark Hovel british medical journal de kolloid gümüşün virüslerin kontrolünde özellikle etkili olduğunu rapor etmiştir.





2.Dünya savaşı sırasında penisilin keşfedildi ve sentetik olarak üretildi.Böylece tıpta patenti alınmış sentetik ilaçlarla büyük ilaç firmalarını çok zengin eden yeni bir çağ başladı.Bu şirketler patentini almadıkları hiçbir şeyi satmayacaklardır ve tabiatta bulunan maddeler patentlenemezler.Bu zamanda kimyasal,sentetik antibiyotikler pek popülerdir artık.Yakın zamanlarda penisilinin virüslere karşı etkisiz ve pek çok insan için alerjik olduğu anlaşıldığı halde.


..................................................................................................................................................................


Gümüşün(takı olarak erkek gümüş yüzük,bayan gümüş yüzük ,erkek gümüş yüzük alyans veya takı olarak kullanılmıştır) ilaç ve tedavi edici faydaları binlerce yıldır bilinmektedir. Roma döneminden kalan bazı yazıtlarda gümüşün tedavilerde kullanıldığından bahsetmektedir. Hatta bu özelliğinden dolayıgümüş “büyülü iyileştirici “olarak nitelendirilmiştir.






Gümüşün Faydaları

Yine Roma döneminde sadece gümüş kaplarda su taşıyan askerlere savaşa gitmeye izin verilirdi. Çünkü Romalılar gümüş kapların suyu temiz ve saf tuttuğunu biliyorlardı.





Medikal otorite gümüşü en etkili antimikrobiyal ajan olarak tanımlamaktadır.





Modern batı tıbbı gümüş elementini doğal ve suni en etkili antimikrobiyal ajan olarak tanımlamaktadır.





Gümüşün ilk antibiyotik madde olduğu düşünülmektedir. Tarihtegümüş metal yaprağı bir sargı bezi olarak kullanılmıştır. Bugün gümüş, neredeyse enfeksiyon kontrolünün kritik olduğu her yerde, bandajlardan yanık tedavisinde kullanılan ilaçlara kadar sağlık ürünlerinde çok geniş spektrumda antimikrobiyal özelliliğinden dolayı kullanılmaktadır.





Amerika’daki doğan çocuklara doğumdan hemen sonra gümüş içerikli göz damlaları, gözde oluşacak enfeksiyonları engellemek için kullanılmaktadır.





Gümüş teknolojisi ayrıca endüstriyel uygulamalarda da karşımıza çıkmaktadır. İçme suyu filtre sistemlerinde ,yüzme havuzu filtre sistemlerinde ve savunma sistemlerinde geniş alanda kullanılmaktadır.





Gümüşün önemli özellikleri

Yansıtırlık:Gümüş ,yüzde 95 den daha fazla oranda kızılötesi yansıtırlığa sahiptir. Bu diğer herhangi bir elementten daha yüksektir. Bu şu manaya gelmektedir; gümüşle temas eden radyoaktif enerjinin yüzde 95 i onun kaynağına geri dönecektir. Böylece ortamındaki ısı kaybı önemli ölçüde azalacaktır.





Yayıcılık: Gümüş, elementler içerisinde en düşük yayıcılık( emissivity )oranlarından birine sahiptir. Yani termal enerjinin yayılması çok yavaştır. Bu özelliğinden dolayı gümüşün çevrelediği ortam uzun süre sıcak kalacaktır.





İletkenlik: Gümüş ,gezegenin en çok ısı iletkenine sahip elementidir. Bununla birlikte ısıyı hızlı ve düzgünce tekstil ürününde baştan başa iletir ve dağıtır.

Gümüş aynı zamanda en çok elektrik iletkenliğe sahip elementtir. Yalıtkan iki materyalin birbiriyle sürtünmesi ile oluşan elektrik yük, gümüşün varlığıyla çabucak dağılır. Böylece statik yükün verdiği stres gibi zararlardan korunulur.

Takı ve aksesuar olarak vazgeçemediğimiz gümüş, hastalıklara da şifa oluyor. Türkiye'de ilk kez üretilen gümüş çorap, şeker hastalarının ayak yaralarına, mantar, egzama ve ayak kokusuna iyi geliyor.



Takı ve aksesuar olarak vazgeçemediğimiz gümüşün, aynı zamanda mükemmel bir anti-bakteriyel olduğunu biliyor muydunuz?.. Üstelik vücudunuzdaki negatif elektriği de alarak rahatlatıyor... Gümüşün koku ve nem giderici etkisi, anti-bakteriyel ve elektrik iletkenliği özelliklerinden yararlanan bir firma, Türkiye'de ilk kez gümüş çorap üretti. Yüzde 99.9 oranında saf gümüş ipliğinden üretilen çoraplarda, yüzde 20 oranında da gümüş bulunuyor.



CAMİDE GALOŞA ALTERNATİF



Diyabetliler üzerinde yapılan deneylerde diyabetik ayak yaralarına iyi geldiği ortaya çıkan gümüş çorabın kullanım alanlarından en önemlisi ise camiler. Geçtiğimiz günlerde basına da yansıyan bazı haberlerde, çok sayıda kişinin girip çıktığı camilerde galoş uygulaması gündeme gelmişti. Uzmanlar, gümüş çorabın anti-bakteriyel özelliği ile camilerden kapılabilecek bakterileri de önleyebileceği görüşünde...



ANTİBİYOTİKTEN DAHA ETKİLİ



Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Klinik Şefi Prof. Dr. Necmettin Kutlu, gümüşün ayak sağlığı üzerindeki etkisini şöyle anlattı: "Son bilimsel yayınlarda araştırmacıların buluştuğu ortak görüş, bakterilerin binlerce yıl maruz kaldıkları gümüşe direnç geliştirmez iken, son 60 yılda üretilen farklı antibiyotiklere farklı direnç mekanizmaları ile karşılık veriyor olmaları.



Mikro organizmaları boğarak, üremelerini engelleyen gümüş, günümüzde zaten yaralar ve yanıkların iyileştirilmesinde kullanılıyor. Mikropların çok faklı işlevlerini aynı anda baskıladığı için mantarlar, bakteriler ve virüsler çoğalamıyor. Tekstil ürünlerine gümüş içeriğinin kazandırılması ise, bası yarası, obeziteye bağlı deri katlanmalarındaki çatlaklar, yara açılmaları veya deri hastalıklarında yapılan tedavileri daha da kolaylaştıracak."

Türkiyede Gümüş İşçiliği, Tarihi ve Sanatı

Parlak, beyaz bir metal olan gümüşün ilk kez İÖ 4000 yıllarında kullanıldığı sanılmaktadır. Uzun süre toprağın altında kalan gümüş eşya, altın eşyanın tersine toprakta bulunan asitten etkilenerek kolaylıkla bozulup yok olabildiği için, eski gümüş eşyalara altından yapılanlar kadar sık rastlanmaz {bak. Altin). Gene de, eskiçağlardan kalma bazı gümüş eşyalar günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bugün Londra'daki British Museum'da bulunan Mildenhall hazinesi bunlardan biridir. İS 4. yüzyıldan kalan bu hazine Suffolk'un kumlu topraklarında bozulmadan korunmuş ve 1940'larda bulunmuştur. 1985'te, Bulgaristan'ın kuzeyinden içinde Trakya gümüşleri bulunan büyük bir define çıkarılmıştır. İÖ 4. yüzyıldan kalma bu gümüşleri Yunanlı ve Ortadoğulu zanaatkarların yaptığı sanılmaktadır.


Gümüş kullanımının eskiçağlardan günümüze ulaşan ilk örneği gümüş bir yüzüktür. Beycesultan'da (Denizli) bulunan bu yüzük Bakır Çağı'ndan (Kalkolitik Çağ) kalmıştır. Eski Yunanistan ve İtalya'da gümüş ve altından süs eşyaları, takılar, vazolar, oklar, silahlar, paralar ve başka metaller üzerine bezemeler yapılmıştır. Truva yöresinde İÖ 2000 yıllarından kalma zengin bir definede çeşitli gümüş ve altın eşyalar bulunmuştur. Bu defineden içinde altın süs eşyaları bulunan büyük gümüş bir kupa çıkarılmıştır. Bol miktarda gümüş bulunan Eski Yunanistan'da Miken uygarlığı öncesi dönemden günümüze ulaşan gümüş eşya sayısı ve çeşidi fazla değildir. Vazolar, baş bantları, iğne ve yüzükler kalan örnekler arasında sayılabilir.

Eski Mısır'da, Yeni Krallık döneminin son zamanlarına kadar gümüş altına göre daha az rastlanan bir metaldi ve bu yüzden daha değerliydi. Bubastis'teki bir definede 19. hanedandan kalma değerli gümüş eşyalar bulunmuştur. Bu definede sapı altın olan ve keçi biçimi verilerek yapılmış bir testi çıkarılmıştır. Tanis'teki kral mezarlarında bulunan, daha sonraki dönemlerden kalma iki büyük gümüş tabut Eski Mısır'da gümüş kullanımının güzel örnekleridir.

Roma İmparatorluğu'nda İÖ 4. yüzyılda başlayan kabartmalarla süslenmiş gümüş eşya yapımı, imparatorluğun sonuna kadar sürdü. Hıristiyanlık'ın ortaya çıkışından sonra, özellikle Bizans döneminde gümüş genellikle kiliselerde kullanılmaya başlandı. Bu dönemden kalan eşyalara daha çok Anadolu, Suriye, Mısır, Kıbrıs ve Rusya'da rastlanır. Ayar damgasının başlangıcı sayılan kontrol damgaları 6. ve 7. yüzyıllarda görüldü. Bu dönemde, gümüş eşya üretiminde Konstantinopolis (İstanbul) en önemli merkezlerden biriydi.

Ortaçağda yapılan gümüş işleri kralların ve soyluların savaş harcamalarını karşılamak üzere eritildi ve gümüş para basımında kullanıldı. Bu çağda, gümüş eşyaların çoğu kilise için yapılıyordu. 13. yüzyılda bazı Avrupa ülkelerinde evlerde de gümüş kullanılmaya başlandı. Aralarında gümüş ustalarının da bulunduğu altın ustaları loncaları kuruldu. Bu ustalar eşyanın metalini inceleyerek (metal çözümleme) gümüşün genel standarda uygunluğunu saptar ve uygunluğu saptanan bu eşyaya ayar damgası vururlardı.

15. ve 16. yüzyıllarda "havari kaşıkları" denen 12 adetlik kaşık takımları yapılmaya başlandı. Saplarına 12 havarinin figürü işlenmiş olan bu kaşıklar vaftiz hediyesi olarak yaygınlaştı.

16. yüzyılda İngiltere Kralı VIII. Henry, Katolik Kilisesi ile anlaşmazlığa düşünce, o dönemin en değerli gümüşlerini kullanan manastırları kapattı. Bu olaydan sonra, İngiliz gümüş ustaları para ödeyen herkes için gümüş eşya yapmaya başladılar. Böylece üretilen eşyalar çeşitlendi.

17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa'da gümüş çokça kullanıldı. Giderek yaygınlaşan kahve, kakao ve çay gibi içecekler için gümüş kaplar yapıldı. Çatal kullanımı da yaygınlaştı. 18. yüzyılda Sheffield'da geliştirilen bir teknikle başka metallerin üzeri gümüşle kaplanabildi. Bu yöntemle yapılan eşyaların ucuz olması, gümüş eşya kullanımının halk arasında yaygınlaşmasına yol açtı.

O günlerde, zenginlerin şölen sofralarının gösterişli bir görüntüsü vardı: Görkemli salonlarda, büyük sofralarda gümüş çatal bıçak takımları avizelerin ışığı altında parlar; çayların konduğu küçük kutular, çaydanlıklar, çay ve kahve kaplan, başka içecekler için kadehler, şamdanlar, sofraların ortasına konan süs eşyaları, büyük çorba kâseleri ve bütün çeşitleri ile tabak ve çanaklar bulunurdu. 200 yıl önce yapılan bu parçaların çoğu günümüzde de aynı amaçlarla kullanılmaktadır.

19. yüzyılda gümüş eşya yapımında makinelerin kullanılmaya başlaması ile el işlemeciliği neredeyse unutuldu. ABD ve İngiltere'de başlayan Güzel Sanatlar ve El Sanatları Hareketi insanları etkileyerek, eski zanaatları sürdürme konusunda cesaret verdi.

Kuzey Amerika'da koloniler döneminde gümüş eşya üretimi yapılıyordu. Bu dönem öncesinde de. Güney ve Orta Amerika'da gümüş maden olarak çıkarılıyor ve Yerliler tarafından günlük eşyaların ve aletlerin yapımında kullanılıyordu. Kuzey ve Güney Amerika'da koloniler döneminde gümüş eşya yapımı o dönemin Avrupa üslubundan etkilendi. Kuzey Amerika gümüşlerinin üretildiği Boston kenti bu alanda İngiliz beğenisini izledi. Yörelerindeki Yerliler'in gümüş işleme üsluplarından etkilenmelerine karşın Montreal Paris'in, Meksika ise İspanya'nın izinden gitti.

Türkler'de Gümüş İşçiliği

Türkler Orta Asya'da yaşadıkları dönemlerde çeşitli madenlerden yararlanmanın yanı sıra gümüş işlemeyi de biliyorlardı. Altay ve Tanrı dağları ile Orhun bölgesinde yapılan kazılardan elde edilen buluntular arasında kulpsuz gümüş maşrapalara rastlanması Türkler'in bu dönemde gümüşü işlediklerini ve kullandıklarını gösterir.

11. yüzyıldan sonra ve özellikle 12. ve 13. yüzyıllarda altın ve gümüş daha çok takılar ile çeşitli eşyalar ve aletler üzerine kakma tekniğiyle yapılan süslemelerde kullanılmıştır. Kakma, genellikle ağaç, deri ya da bakır, pirinç, tunç gibi metaller üzerinde uygulanır. Bunların yüzeyine istenilen figür ve şekiller oyulur ve bu oyuklara gümüş kakılarak doldurulur. Bu teknikle yapılan süslemelere kakma denmektedir. Bu dönemde doğrudan gümüşten yapılma eşyaların azalmasına ve gümüşün daha çok süslemelerde kullanılmasına, değerli madenlerin kıtlaşması ve gümüş para basımının artması gibi nedenlerin yol açtığı sanılmaktadır. Ama, devlet ileri gelenleri ve özellikle hükümdarlar için gümüş eşya yapımının sürdürüldüğü günümüze kalan az sayıdaki örnekten anlaşılmaktadır.

Bu dönemde Horasan ve Kuzey Mezopotamya'ya göç eden Türkler, burada öbür metallerin yanı sıra gümüş işçiliğinin de ileri düzeyde geliştiği bir ortamla karşılaştılar. O dönemden günümüze kalan eşyalar arasında başka metaller üzerine kakma tekniğiyle işlenmiş altın ve gümüş süslemelere sıkça rastlanır. 13. yüzyıldan başlayarak metal işçiliğinde önemli bir merkez olan Musul gümüş işlemelerde de çok gelişmişti. Bugün Paris'te Louvre Müzesi'nde bulunan şişkin gövdeli, üzeri gümüş ve bakır kakmalarla bezenmiş, ejder başlı pirinç ibrik Musul sanatının güzel bir örneğidir.

Anadolu Selçuklu döneminde de altın ve gümüşün çeşitli eşyaların yapımında kullanıldığı yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Ama bu dönemden günümüze ulaşabilen örnek sayısı oldukça azdır. Bu dönemde yapılan gümüş eşyaların eritilerek para basımında kullanıldığı sanılmaktadır.

Anadolu Selçukluları döneminde büyük gelişme gösteren metal işleme sanatı Osmanlılara zengin bir miras bırakmıştır. Döneminin en büyük kültür ve sanat merkezlerinden biri olan İstanbul 16. ve 17. yüzyıllarda gümüş işçiliğinin de merkezi olmuş ve 19. yüzyılın sonuna kadar bu özelliğini korumuştur.

Kafkasya kentleri ve Van'da savatlama denen gümüş işleri büyük ün kazanmıştı. Gümüş üzerine kurşunla siyah renkte nakışlar işleme ve bu nakışları gümüş yüzeyiyle aynı düzeye getirme yöntemiyle yapılan savatlama her türlü gümüş eşya ve takıda uygulanırdı.

Osmanlılar'da kakma ve savatlama yavaş yavaş önemini yitirirken, doğrudan gümüşten yapılan eşyalar büyük gelişme gösterdi. Gümüş eşyalar arasında sahanlar, kupalar, ibrikler, leğenler, güğümler, mangallar, şamdanlar, divitler, maşrapalar, sürahiler, aşurelikler, tabakalar, hamam tasları, nargile gövdeleri, gülabdanlar, buhurdanlar, çaydanlıklar ve fincan zarfları sayılabilir. Bilezik, küpe, kolye, yüzük ve tepelik gibi gümüş takılar da yaygın olarak üretilmiştir. Gümüş ayrıca kamçı sapında, ayna arkasında, kemer tokasında ve at eğeri ile öbür koşum takımlarının süslenmesinde de kullanılmıştır.

Anadolu'da ve İstanbul'da çok yaygın olan gümüş kemerlerde gümüş işçiliğinin en güzel örneklerini görebiliriz. Bu kemerlerde genellikle telkari denen yapım ve süsleme tekniği kullanılırdı. Telkari yapımında, kalınca çekilmiş gümüş teller istenilen biçimi vermek üzere kesilir, kıvrılır ve birbirine lehimlenir. Böylece yapılan motiflerle süslenen telkari kemerler Osmanlı gümüş işçiliğinin en zarif örneklerindendir. Gümüş plakaların birbirine iliştirilmesiyle oluşturulan kemerlerde kabartmalı bitki motifleri ve geometrik desenler kullanılmıştır. Bu kemerlerde kakma tekniği uygulanarak yerleştirilmiş değerli taşlar da görülür.

Osmanlı gümüş işçiliğinin en güzel örneklerinden biri de hamam nalınları üzerindeki gümüş işlemelerdir. Dayanıklı ağaçtan oyularak yapılan nalınların yüzeyi telkari gümüşle kaplanır, bazıları değerli taşlarla da süslenirdi. Bazı nalınlarda ise, kemerlerde olduğu gibi, üzeri kabartmalarla süslü gümüş plakalar kullanılmıştır.

Günümüzde üretilen gümüş eşya ve takılar arasında geleneksel özelliklerini koruyan örnekler bulunduğu gibi, çağdaş motiflere de yer verilmektedir.

Gümüşün Tarihi

Gümüş çok eskiden beri bilinmektedir. Fakat yine de altın ve bakırdan sonra keşfedilmiştir. Altın az olmasına rağmen, dünyânın her yanına yayılması sebebiyle daha önce kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca tabiî hâlde gümüş az olup, çok derinlerde bulunuyordu. Gümüşün M.Ö. 3100 yıllarında Mısırlılar ve M.Ö. 2500 yıllarında Çinliler ve Persler tarafından kullanıldığı belirtilmiştir. Atina’daki gümüş mâdenlerine Yunan târihinde rastlanır. M.Ö. 800 yıllarına doğru gümüş, Nil Nehri havâlisinde para olarak kullanılmaya başlanmıştır. Gümüşü ilk olarak Romalıların işlemeye başladıkları iddiâ edilmektedir.




Endüstri ilerledikçe daha karışık ve saf olmayan gümüş filizleri üzerinde çalışılmaya başlandı. Bugün gümüş büyük bir nisbette bakır, kurşun ve çinko istihsalindeki yan ürünlerden elde edilir. Çok nâdir olarak da bâzı yerlerde sâdece gümüş istihsâli ile uğraşılır. Bu da çok pahalıya mâl olur.



Bulunuşu: Çok eskiden gümüş, dünyânın birçok yerlerinde az miktarda bulunan tabiî gümüş kaynaklarından elde ediliyordu. Tabiî gümüş; saf veya daha çok altın, bakır, civa ve diğer metallerle alaşımlar hâlinde bulunuyordu. Norveç’te Güney Peru’da, Colorado’da kazılarda işlenmiş büyük külçeler bulunmuştur. 1860’ta sekiz tonluk bir külçe İspanya’da çıkartılmıştır. Gümüş, daha çok yer kabuğuna dağılmış bileşikler hâlinde bulunur. En çok rastlanan gümüş filizleri argentit (Ag2S) ve gümüş klorür (AgCl) olmaktadır. Arsenik veya antimonla karışmış sülfür filizleri de vardır.

19 Nisan 2010 Pazartesi

9 Nisan 2009 Perşembe

GÜMÜŞ NEDİR?

Son derece sünek, parlak, paslanmaz, değerli, beyaz ve kimyasal simgesi Ag ve Ar olan element. Gümüş tüm metallerin en beyazıdır; tam parlatıldığında kusursuz bir yansıtıcı yüzey elde edilir ve bu nedenle optik aynalarda kullanılır. Gümüş, altından sonra kolayca yassılaştırılabilen en sünek metaldir. Gümüş alaşımları, arı gümüşün tersine, kullanım alanı çok yaygındır; çünkü alaşım metalleri katkısı, gümüşün temel niteliklerini yitirmesine yol açmadan özellikle düşük olan sertliğini artırır. Gümüş-bakır alaşımları para, madalya yapımında ve kuyumculukta kullanılır. Gümüş ayarları binde olarak ifade edilir. Örneğin binde 900’lük bir alaşım % 90 gümüş, % 10 bakır içerir. Kuyumculukta kimi Avrupa ülkelerinde uyulması gereken ayar, binde 950 (1. ayar) ile binde 800 (2. ayar) arasında değişir. Ancak, sofra takımları ile bazı madalyaların yapımında zaman zaman binde 750’ye kadar inilir. Bakır oranı % 50’yi geçmediği sürece bu alaşımların tümü beyazdır.